
Sabah gözümü açtığımda ilk aklıma gelen şuydu; Yalnızlık mı? Tek başınalık mı?
Beş dakika sonrasında ise bir arkadaşımın sosyal medyada paylaştığı bir alıntıyla karşılaştım:
İnsanlar nerede?’ diye sessizliği bozdu sonunda Küçük Prens. “Çölde insan yalnız hissediyor kendini.”
“İnsanlar arasında da yalnızdır insan “dedi yılan. Küçük Prens’ den
Birkaç sene önce yalnız yaşamaya başladığımda soruyorlardı bana: “Korkmuyor musun gece evde yalnız kalmaya?”
Neden korkmam gerektiğini hiç bilemedim doğrusu. Gündüz vakti evi soyulmuş biri olarak güvenlik olamazdı konu. Gün içinde evde, işte, okulda vs. o kadar yoğunuz ki. Hep yapılacak işler var, alışverişler, sohbetler, dedikodular, sürekli koşuşturma hali, kendimizi meşgul edebiliyoruz. Kendi gürültümüzden kendimizi duyamaz hale geliyoruz. Ya da belirli bir duyguya takılıp depresyon ve deva olsun diye aldığımız ilaçlarla kaçıyoruz kendimizden.
“Akşam oldu hüzünlendim ben yine” der bir şarkımız; geceye geçerken düşen hüzün, bizi neden korkutuyor. Dinlenmek, gevşemek için kullanmamız gereken o saatlerde seyretmesek bile televizyonun sesini açıyoruz, sessizlikten kaçıyoruz.
Kendimizle baş başa kalmak istemiyoruz galiba. Kendimizi duymaktan korkuyoruz belki de. Etrafımızda işe yarama hissi verecek kişiler olmadığında “yalnız” hissediyoruz. Egomuz bize etrafımızdaki insanlarla bir kimlik oluşturmuş durumda. İşimiz, ailemiz, çocuklarımız hatta arkadaşlarımızın bizsiz olamayacağına kendimizi inandırıyoruz. Bir diğer deyişle “kâr “bekleyerek kendimizi “feda” ediyoruz.
Onun için de bir gün bize kimsenin ihtiyaç duymayacağı korkusu, yaşam amacımızın kalmama korkusu, yok olma yani ölüm korkusu nedeniyle yalnızlıktan kaçıyoruz.
Her şeyi bilen neşeli, güvenli ve saf sevgi olarak doğan bir bebek iken; yaşamda var “olabilmek” için sürekli “yapmamız” öğretiliyor bize. “Ağlamayan çocuğa meme vermezler” diye deyimleri olan bir ülkede yaşıyoruz. Tüm yaşam ödül ve ceza üzerine kurgulanırken; “Büyüyünce ne olacaksın?” diye sorularak, olduğumuz gibi sevilip, onaylanmadığımıza inanarak büyüyenlerin, hayat için anlam arayışı bundandır.
Toplumun kabul, takdir ettiği şablonlara, kalıplara göre davranmaya zorlanan insanların kalabalık içinde bile yalnız olmasından daha doğal ne olabilir ki?
Ne zaman ki yolumuzu kendi içimize, kim olduğumuzu aramaya odaklarız o zaman işte yapmaktan –olmaya; korkudan-güvene geçmek mümkün olur. Bu içsel yolculuğa kimsenin eşlik etmesi de mümkün değildir.
Kimse bizim yerimize hissedemez, yaşam bize bahşedilmiş muhteşem bir deneyim.
Bir yumurta hücresinin milyarlarca sperm yarışta iken nasıl döllendiğini biliyorsanız; bir mucize olduğunuzu ve zaten mükemmel olduğunuzu da fark edebilirsiniz.
Kendi içimize olan yolculuk, yalnızlıktan- tek başınalığa geçiş, kendimize âşık olma yoludur.
Bu yolda gerçekten “bilmek” için kelimelere değil sessizliğe, tek başına kalmaya ihtiyaç vardır. Bu sessizliği pazarda, kalabalıklar içinde bile bulmak mümkündür. Yaşamın içinde sadece mutluluk yok, içimizde her duygu zıttı ile birlikte mevcut. Yeter ki bulacağımız karanlıklardan kaçmayalım, kendimizi duygularımız, düşüncelerimiz içinde kaybetmeyelim.
Yaşama güvenin, sevgiyle kalın
13 Mayıs 2014
Dr. Deniz ÖNER